16 Aralık 2010 Perşembe

D- Hacılık Statüsünün Eleştirisi:

          D- Hacılık Statüsünün Eleştirisi:

İşte bütün bu açılım ve açıklamalardan sonra artık; ülkemizde varlığını sürdüren “hacılık statüsü” üzerindeki asıl irdelemelerimize geliyoruz:
Konunun başında hacca gidip gelen insana  teknik ve dinsel anlamda neden ve niçin “hacı” denilemeyeceğini izah etmiştik.
Şimdi gelelim ülkemizdeki “hacılık statüsüne” kısaca değinmeye ve tanımlamaya: Tabii ki en baştan, hac görevini ifa etmiş ve bu görevleri Cenabı Allah tarafından kabul edilmiş olanlarla, duruma uygun davranışlar sergileyenleri kutluyorum. Elbet onları tenzih ederek ve konu edecek olduğum eleştirilerimden ayrık tutarak başlıyorum bu değerlendirmeme:
İnsanımızın  bir bölümü hacca gitmiş olmak ve anlaşıldığı mana ile hacı olmuş olmaktan dolayı oldukça gururludurlar. Olmadı!
Burada gururlanacak bir şey yoktur. Hele hele böbürlenmek asla!
Tavır ve davranışları değişmiştir. Toplumdan özel davranış, özel saygı beklerler. Olmadı!
Halbuki tam tersine, toplum kendilerinden özel davranışlar beklemektedir. Kendilerinden toplumun beklediği işbu özel davranışlara asıl kendileri yeterince cevap verememektedirler. Tam aksine toplum için kötü örnekler oluşturmaktadırlar. Oldu mu? Hayır, hayır! Olmadı!
Hem toplumunki olmadı; hem de “hacılık statü” taşımak gayretinde olanlarınki  olmadı! Bu tespitlerim nedeniyle beni kınamayınız!
Yukarıda da değindiğim gibi;“Kıyamet  hacıyla hocadan kopacak.” diyen ben değilim! Bu toplumun ta kendisidir; kendisi.!
Bir kere bizde, “hacılığı tutmak” denilen bir kavram vardır ki; külliyen yanlıştır. Ne tutuyorsun babam?  Oruç mu, başka şey mi?
Kutsal toprakları görmek, haccetmek insana öyle faili meçhul mistik değerler falan katmaz. Ancak elbette tövbenin, özellikle de hac esnasında yapılan tövbenin büyük bir değeri olmalı! İnsan onu, o değerli şeyi, o tövbeyi, orada yapmış olduğu müspet anlamdaki ibadetleri kendisine kalkan edinmeli. Edinmeli ama, toplumun da hac görevini ifa eden kişilerden öyle; çok özel davranış, ağır haslet ve erdemler falan beklemeye de hakkı olmamalı!Burada gelenekselleşmiş bir durum vardır. Bu durum mutlaka terk edilmelidir!
Çünkü Kuran; kendisinden önceki geleneğe ve gelenekçiliğe karşı olmakla kalmamış, daha çok kendi üzerinden geliştirilecek olan tüm gelenekselleşmeciliklere karşı çıkmıştır.
Çünkü O her an yalın kalmak ve insanlığın eriştiği her uygarlık ve bilimsel bilgi düzeyi ile yeniden yeniden yorumlanılmak, böylece de her çağa hitap edip faydalı olmak ister. Zaten bu durum O’nun temel vasfıdır. O kıyamete dek baki kalmak adına bu vasfı ve metodu seçmiştir. Dolayısıyla O, bu yol izlenerek daima anlanılmak ve anlaşılmak ister. Dondurulmayı asla ve asla istemez! Aynı zamanda bu durum O’nun evrenselliğinin, hatta evrensel kalmasının bir gereğidir de. Kuran kendisinden az ya da çok faydalanılmasından ziyade, herkesin kendi gücü oranında faydalanmasının sağlanmasını ister!
Ben iyi anlarım, sen yanlış anlarsın.” ya da “Bu konuyu falanca zat anladı, artık biz de böyle anlamayız.” Yaklaşımına Kuran tamamen karşıdır. Böyle bir yaklaşım kesinlikle yanlıştır.
Kuran herkesin doğrudan doğruya, yani özellik ve öncelikle herkesin bizzat kendisi tarafından anlaşılmış olan şeyi daha makbul bulmaktadır. Ancak bu “Kimse Kuranı açıklamasın.” demek değildir. Tam tersine; “Herkes anlayabilsin, anlayabildiğini de açıklayabilsin, söyleyebilsin, birileri kendi söylediğinin doğru olduğunu dayatmasın.” demektir!
Bu konu, dinin Allah ile kul arasına özgülenmesinin de baş gereğidir! Dolayısıyla bu konuya çok önem verilmelidir. Biz bu gelenekselleşmenin Kurana aykırılığı ile Kuran’ın evrenselliği  konusunu daha detaylı ve bir bütünsellik içinde ileri ki kitaplarımızda işleyeceğiz.

       *  *  *  *  *  *  *  *  *  *  *  *
Kardeşim hem sen hacca gitmeyi niçin, “Ben haccı tutamam.” falan diye geciktiriyorsun? Onun tutulacak bir tarafı yok ki… Şartlar oluşmuş  ve hac üzerine farz  olmuşsa derhal gidip farzı yerine getireceksin. Hepsi bu.!
Hem yarına çıkıp çıkamayacağın belli mi ki? Hem hac öyle tutulacak bir şey falan değildir…! Sadece sana koruyucu bir kalkandır. Konu ettiğimiz bu cepheden bakınca aynı kıldığın namaz, tuttuğun oruç gibidir. Hem ödül kazanırsın hem de imanını muhafaza edip güçlendirme hususunda  kendine yeni bir kalkan daha edinmiş olursun. Yoksa senin hacca gitmeyenlerden bir üstünlüğün olmadığı gibi, onlardan daha ağır bir dinsel sorumluluğun da yoktur! Kardeşim düşünsene:
Ola ki diğer kişiler farklı amelleriyle seni çok gerilerde bırakmış olabilirler.! Ola ki diğer kişiler akılları, yetenekleri, bilgi ve görgüleri neticesinde dinsel bakımdan senden daha ağır sorumluluklar taşıyor olabilirler! Hem zaten bunun böyle olmuş olacağını kabul etmek hem akla, hem mantığa, hem dine, hem de tüm bağlı olarak bilimsel bilgiye daha uygundur.
Gerçek budur! Düz yolda şaşırmanın bir alemi yoktur! Şekil ve görüntü hiç önemli değildir! Önemli olan bir şeyin özü, aslı, esası, işlevidir! Kuran-sal olarak dinde üstünlük, Allah’a yakın olabilmektedir. Allah’a yakın olabilmenin yolları ise sayısız derecede çoktur! Hac bunlardan sadece birisidir! Bir de şu konu var ki: Zaten müspet manadaki ibadetin çeşitlerinden birisi olan haccın dahi, çeşitleri pek çoktur. Bu nedenle bunları layığından fazla önemsememek gerektir!  Zaten müspet anlamdaki ibadetin önemi;
Onun imanı koruyucu vasfı bulunuyor olmasından dolayıdır. Yoksa başkaca bir önemi ve özelliği yoktur. Kaldı ki, İmanı koruyamayan bütün müspet ibadetler, işin esası itibariyle bir hiçtir; hiçbir şeydir.
Daha doğrusu bu türden olan güya namaz, oruç, hac, zekat vs. gibi ibadetler müspet manada yani bizimle ahrete giden ibadetler yani eylemler olmayıp, görüntüsüne rağmen menfi, yani dünyasal eylem ve ibadetlerdir.
Bu ayrımı iyi yapınız…! Geride izaha  çalıştığımız dünyasal iş ile ahretsel iş ayrımını iyi kavrayınız. Bu durum ülkemizde halen olduğu gibi yanlış kavranılmaya devam ettiği müddetçe işin içinden doğru biçimde çıkma olanağı yoktur..!Zaten biz bu ibadet konusunu kitabımızın ileriki “İbadet Nedir- Ne değildir?” başlıklı konumuz içinde daha detaylı biçimde açıkladık! Bu konular iyi bilinmeli ve davranışlar buna göre ayarlanmalıdır.

*  *  *  *  *  *  *  *  *  *  *  *
Ey toplumum şunu bilelim ki: Senin Hacılık statüsüne oturttuğun kişiye haram olan şey, sana da haramdır. Helal olan şey de, yine sana da heladır. Bu noktada ikiniz birbirinizden farklı değilsiniz.
Ey toplumum, hac görevini yapan insanlara bir statü verip de ondan bin önderlik bekleme…! Buna hakkın yok! Hem bunun bilimsel, toplumsal ve dinsel bir dayanağı da yok! Böyle yaparak hem ona hem de kendine yazık ediyorsun! Örnek insan olmak, önder ve erdemli bir kişi olmak hem senin de hakkın; hem görevin! Bunu unutma!
Farz edelim ki; senin üzerine “hac” farz değil…? Ne olacak şimdi…? Sen Hacca gidenlerden geri duruma düşmeye mahkum mu edilmişsin? Haşa…! Hiç böyle bir şey olabilir mi…? Elbette senin hac dışında nice, sair müspet ibadetler yoluyla da çok daha ileri derecelere yükselme olanağın mevcut!
Bu durum bir realitedir! Bunu iyi bilmek ve unutmamak gerekir. Şöyle ki; Hacca gitmediği halde toplum içinde manevi yönden haccı kabul olanlardan üst derecelerde olanlar olduğu gibi, hacca gittiği halde bu haccı suratına çarpılacak olanlar da var!   Ey hacc görevini yerine getirmiş olanlar:
Elbet bu görevi yerine getirmiş olsanız da olmasanız da topluma örnek davranışlar sergilemek, her geçen gün kendinizi iyi anlamda geliştirmek görevinizdir. Hem bunu yaparken, hacc görevini yerine getirebilmiş olmanız size bir kalkan olur. Daha güçlü bir biçimde günahlardan kaçınabilmeniz ve daha bir iştiyakla Allah’ın emirlerine uyabilmeniz hususunda gücünüzü elbette artırır. Lakin. Allah’tan korkun da “Ben hacıyım falan” diye zerre kadar bir kibir veya ahretinizi garantiye aldığınıza dair bir düşünceyi sakın ola aklınıza hiç getirmeyin! Hele hele bu konuyu kendi maddi yani parasal gücünüzle asla birlemeyin! Her şeyde olduğu gibi bu dahi bir nasip ve takdir konusudur çünkü! Biliyorsunuz ki Allah’ın en sevmediği huy, kibirlenmek, gururlanmaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder