16 Aralık 2010 Perşembe

14- SANIRIM DİNİMİ ÖZGÜR ORTAMLARDA ÖĞRENİŞİM HAYIRLI OLDU


SANIRIM DİNİMİ ÖZGÜR ORTAMLARDA ÖĞRENİŞİM HAYIRLI OLDU

Evet, sanırım gerçekten de dinimi alışılmış, klasik usullerle öğrenemeyişim belki de hayırlı oldu. Çünkü:
Samimi birçok vatan evladının buralardaki uygulama, örf, siyaset ve hurafeye bulanık, yanlış bilgi ve korkutmacı yöntemler nedeniyle, dinimizden uzaklaşmış olduğunu sıkça gözlemliyorum. Eminim bu durumu sizler de görüyor olmalısınız. Lütfen bu konuyu iyi değerlendirelim; buna çareler arayalım.
Bu hususa verebileceğim örneklerden birisi:
Adını biraz önce zikrettiğim ve kendisini çok sevdiğim, insancıl dost; Mehmet Yağcı (Hüseyinbey) kardeşimdir.
Kendisini 1976 dan beri tanırım. Evvela bir yıl süreyle  komşu köylerde yani Ödemiş’in Küre ve Küçükören köylerinde çalıştık. O da oraya aynı benim gibi Ağrı’dan geldi. Yine aradan üç yıl geçtikten sonra kendisinin köyü olan, Ödemiş - Bıçakçı Köyü’nde yine üç yıl birlikte çalıştık. Ta o yıllardan beri dostlaşırız kendisiyle. Bundan da büyük onur duyarım. Adını burada kendisinden izin almadan andım. Ayrıca hakkında bir kısım değerlendirmelerde bulunuyorum ki; bana kırılmayacağını ummaktayım.
Evet yazdım yazmasına ama, yazdıklarımı gönderdim kendisine...! Hepsini harfiyen okudu ve tasdik etti. Toplumun yaralarına temas ettiğim için bir de bana teşekkür etti. Biz de o teşekkürü kitabın baş tarafındaki “Teşekkürlerim” bölümünün içine aldık ve bizde kendisine teşekkür ettik…!
Zaten bilirim ki O, çok değerli bir dosttur. Sadece bana değil, herkese dosttur... Ve O, kimse hakkında asla kötülük düşünmez; sadece iyilikler düşünür… Hayattaki yegane teselli kaynağım, işte böylesi insanların bana olan teveccühleridir. Bu teveccühün azlığı önemli değildir. Önemli olan, bu teveccühün azıcık bile olsa varlığıdır. Yoksa olumsuz gördüğüm insanlar beni severse, asıl o zaman kendimden şüpheye kapılır ve tedirgin olurum.
Çünkü; o olumsuz kişilerin bana yönelik olumsuz bakışları, inşallah madalyamdır benim.! Yağcı kardeşim kendisi gerçekten dört dörtlüktür.
Ama ne yazık ki çocukluğunda eli sopalı, eski model, hatta belki de modelsiz bir hoca önünde bulmuş kendini. Üstelik onun hocası hem daha haşinmiş, hem de kaçırtmıyor; sağlam sahip oluyormuş insana…!
İşin doğrusunu tam olarak bilemiyorum; hocasının vebalini almak istemem. Ben Yağcı’nın durumundan bu şekilde intiba ediniyorum sadece…! Üstelik bizim Yağcı’nın hocası olmasa bile memleket böyle hocalarla dolu. Ne fark eder doğrusu! Anladığım kadarıyla O’nun hocası benim gittiğim hocadan daha korkutucuymuş… Sevdirmek yerine hep korkutma yolunu seçmiş. “Allah yakar. Taş eder. Cehenneme atar.” falan deyip durmuş.!
Üstelik, bizim Yağcı’nın “100 metre koşusu da biraz zayıftır. Kulağını kaptırmış oraya; uzun süre de kurtaramamış…! Kurtaramamış çünkü babası hocaya; “Eti senin, kemiği benim…(!?)”  demiş…! Böylece de o Hoca’ya Bizim Yağcı’nın etlerinden biraz yoldurmuş(!) Eh kolay değil tabii ki; Bu durum bizimkini dar anlamdaki ibadetten biraz yozdurmuş (uzaklaştırmış)! Aslında kendisinin, dinimizi sevdirecek  bir iyi bilene her zaman ihtiyacı olmuş. Ama ne çare ki, bunu pek bulamamış.
Hal böyle olunca, güya kılıklı din adamlarından bir hayli soğumuş. Yanlış anlaşılmasın; elbet Allah, Peygamber din inancı ve dine saygısı vardır ve yüksektir...
Yine de yaşadığı olaylar kendisini ortada yaşanan gelenekçi dinden bir hayli uzaklaştırmış… İşin gerçeğini de şu Ülke’mizdeki bilgi kirliliği ortamında pek kavrayamamış.
Tam bu noktada bu sözüm için ben kendisinden özür diliyorum, belki de çok iyi kavramıştır. Yazdıklarımız bizim suizannımızdır! Ancak biz kendisinin şahsıyla ve şahsiyetiyle kesinlikle ilgilenmiyoruz…! Sadece yakınmalarımıza, yakınımızdan somut bir örnek edinmeye çalışıyoruz kendimize… Hem üstelik Yağcı olmasa bile, dininden, diyanetinden soğutulmuş, iki arada bir derede bırakılmış onca insan var ki ülkemizde…  Maşallah sayısına bereket vallahi…! Üstelik de okumuş yazmış kesimlerimiz içinde bulunuyor bunların çokçası! Durum bu olunca, namazla niyazla arayı biraz Yağcı kardeşim de açmış, benim yıllarca yaptığım gibi!
Yalnız inanıyorum ki Allah hepimizin her şeyde ve her konuda  yardımcısı olduğu gibi, bu husus da dahil olmak üzere, Yağcı’nın da her hususta yardımcısı olacaktır inşallah... Ve olsun..! Ve olur..! Ve de Olacaktır…!

        ********************************
Dünya tatlısı iki kızı vardı; birini geçen yıl, birini bu yıl evlendirdi. Hanımı, (Allah kendisinden razı olsun) değerli insan Fadime Yenge’m artık en kısa zamanda hacca gitmek kararlılığında…
Tabii ki bizim Yağcı hanımını yalnız göndermeyecek. Kendisi de gidecek. Gidecek gitmesine ama gittikleri zaman kendisi hacca değil, sadece umreye niyetlenmeyi ve sadece umre yapmayı, böylece hem hanımına arkadaşlık etmeyi hem de hacılık statüsü kazanmamayı planlıyor...
Hatta son günlerde kulağıma bazı laflar gelmeye durdu; umreden de vazgeçmiş, turist olarak gidecekmiş…
Hacılık statüsü kazanmaktan çekiniyor çünkü!
Ülkemizden hacca gidenlerin bu farizayı yerine getirmiş olmakla, bir statü kazanmalarından, bu statüyü çıkarlarına alet etmelerinden, daha farklı bir anlatımla; hacılığı bir statü olarak kullananların sergilediği örneklerden hoşlanmıyor çünkü! Kendince aynı yaftayla yaftalanacağını düşünüyor; bundan da çekiniyor! Ulan Yağcı, gerçi haklı tarafların yok değil ama yine de güldürme adamı(!)
Anlatacaklarımı dikkatlice oku; güzelce git haccına. Ve de haccını Allah kabul etsin İnşallah!
Hay gözünü sevdiğimin Yağcı’sı! Ülkemizde umre yapana da “yarım hacı” diyorlar, bunu hiç düşünmüyor musun?
Allah nasip ederse yengemle oralara sen de gideceksin… Yenge’m gittikten sonra kaçışın yok…Vallahi yemin billah söylüyorum; sen yengemle oralara kadar gider de doğru dürüst haccetmezsen; ister turist git, ister umre yap; vallahi “hacılık” yaftasından asla kurtulamazsın. Hem senin yaftan başkasına da benzemez unutma…!
Beri bak, aklını başına al. Bu güne dek kendine bir lakap kazanmadın ama, bu defa adın “Turist Hacı’ya” çıkar, vallahi söküp atamazsın onu üstünden…(?)
Lakin düşünüyorum da belki de iyi olur ha! Hanya Konya, yahut ak kabak gök kabak her neyse çıkar belki ortaya!
Ama sen yine de boş ver. Böyle şeyler şakaya gelmez. Git, güzelce haccını yap gel…
Beni iyi dinle; oğlum dinimizde “hacılık” diye bir statü zaten yok ki!
Namazcı, oruççu” gibi bir statü var mı ki; “hacılık” diye bir statü olsun?
 Hem bir Müslüman’a birisi tutup da “namaz’cı” falan demiş olsa, bu söz de bir ayıplama, alaysama vs. bir kısım olumsuz anlamlar yüklü olur. Biraz düşünülürse bunun böyle olduğu hemencecik görülür. Hem “namazcı” diye yaftalanan kişi, sanırım kendisine yöneltilen bu söze bir hayli kırılır…!
Durum böyle olduğuna göre biz bu “hacılık” vasıf ve statüsünü kullanmaya niçin bu kadar çok özeniyoruz ki? Ülkemizde kullanılan bu “hacılık” kavram, statü ve vasfı bilimsel dayanaktan yoksun ve tamamen örfi, yani geleneksel bir durumdur. Dinimizde böyle bir statü yoktur. Ve olmamalıdır.! Çünkü bu bir nevi dini kullanmaktır. Daha da öte, belki de dini kullanmanın ağababalarından biri de budur.
Bu konuyu inşallah ileride detaylı olarak ele alacağım. Üstelik bu konudaki değerlendirmeyi; Kuran’ın temel çizgi ve açılımlarından olan gelenekçiliğe, insanın kendisini mevki, makam ve para ile ifade etmesine karşı oluşu bağlamında ve içeriğiyle bir bütünsellik içinde yapacağım.
Şimdilik sadece; dinsel açıdan, yani Kuran açısından “hacı” ve bunun çoğulu olan “hüccac” kavramlarının sadece haccın farzlarını elan, yani halihazırda yerine getirmekte olanlar için kullanıldığını, yoksa bu ameliyeyi tamamlamış olanlar için kullanılmıyor olduğunu belirtmekle yetinelim.
Bir de yukarıdaki anlatımı soru olarak yöneltelim:
Namaz kılana: “namazcı”,
Oruç tutana: “oruççu” demiyor, diyemiyor olduğumuz halde nasıl oluyor da hacca gidene “hacılık statüsü” veriyor, yakıştırıp yaftalayabiliyoruz? Aslında bu noktada dinsel anlamda derin sıkıntılar vardır. Biz bu hususu ileriki konumuzda biraz olsun irdelemeye çalışacağız. Lakin yetersiz kalacağı muhakkaktır. Çünkü bu konu üzerinde derin derin düşünülüp tezler hazırlanacak, sonra da buradaki sorunun çözümü anlamında uzun uzun toplumsal bilinçlenme ve eğitim çalışmaları yapılması gerekecek bir konudur.
Bu arada şöyle bir fikir ve uyarı geliyor aklıma:
Bu hacı statülemesini sakın ola oraya daha çok hali vakti yerinde olanların gidebiliyor olduğu gerçeğinden hareketle, parasal zenginliğini bu yönden göstermek isteyen bazı art niyetli kişiler yine art niyetli bir düşünceyle yapıyor olmasınlar…? Daha doğru bir ifadeyle; hiçbir şeyin üzerinde fazla durmadığımız gibi bu konunun da üzerinde fazla durmamış olarak düşünmeden böylesi art niyetli insanların basit çıkar oyunlarına falan gelmiş olmayalım…!?
Böylece bu hastalık hepimize bulaşmak suretiyle; “Bak gidemeyenlere göre ben daha zenginmişim.” falan anlamına getirmeyelim…? Sakın böyle yapmış olmayalım…! Çünkü bu durum çok vahim bir durum olur.
Bir de; “Bak ben hacca falan gittim; daha dürüstüm ya da dürüstlük bana daha çok yaraşır.” falan demek şeklinde kullanıyor olmayalım?
Hele hele bu statüyü gerçekten de çıkarımıza alet ediyor falan olmayalım? İşi övünme ve gösterişe falan dökmüş olmayalım? Bu dahi çıkardır çünkü!
Kıvanç ise elbet başka şeydir! Yukarıdaki soruların cevabı iyi düşünülmelidir. Doğrusu buna cevap vermeye benim gücüm pek yetmiyor.
Ama benim öncelikli bir sorunum var. O da Yağcı Kardeş’imin sorunu: Lütfen şimdi siz, benim Mehmet Yağcı Kardeş’imin, bu iyi insanın içine düşürüldüğü çelişkiler yumağına bir bakın da; Beyler buyurun buradan yakın..! Burada kınanacak bir durum varsa ki var. Söyleyin kimi kınayacaksınız? Kendinizi mi, Yağcı’yı mı?
Şimdi şu benim Yağcı Kardeş’im dinsiz mi? Müslüman değil mi ? En azı iyi bir Müslüman değil mi? Kendisine “hacılık” yaftası yapıştırılmasından rahatsızlık duyuyor olmasında hiç mi haklılık payı yok? Bu hacılığı statü olarak kullananların hiç mi kusuru yok?
İşin bir yönü daha var ki tepesine tam tuğ diktiğimiz yer orasıdır. Orası da bu statüyü kullananların sergilediği örnekler ile toplumun onlardan yana beklentileri noktasında odaklanmaktadır. Yani onlar güzel örnekler mi sergiliyor ya da sergileyebiliyorlar ki?
Elbette bu statüyü kullanmak hususunda iyi niyetli olanlara diyeceğimiz çok fazla değildir. Lakin burada art niyetli olan, bu statüyü art niyetle kullananlar hiç mi yok?
Bu kullanış biçiminin hiç mi payı yok? Daha doğrucası; bu türden kullanış hiç kimseyi rahatsız etmiyor mu? Elbet ediyor. Üstelik örnekleri de pek çok! Peki: “Kıyamet hacıdan, hocadan kopacakmış.” diyenler neyi dillendiriyor?Peki; hacıyı hocayı görünce onlara sahtekarmışçasına ve kinle bakanlar mı hep kusurlu olanlar? Ve de arkasından yada gıyabında sövenlere ne demeli?
 Hadi bilmeyen bilmiyor ama; işbu türden kullanımı yani hacılık statüsünün çıkar amaçlı kullanımının mahsurlarını bildikleri halde engellemeyenlerin hiç mi kusuru yok?
Biz, bu durumu eleştiren, yanlış bulan kişiler için; “Zaten dini duyguları zayıftır.” ya da “Zaten din düşmanıdırlar.” falan deyip geçecek miyiz ? Yahut da, onlar bu toplum içinde yaşadıkları halde, onların bu durumda olmalarındaki sorumluluğumuzu hiç mi kabul etmeyeceğiz?
Sizin halinize bakıp da, dini sizin haliniz gibi sanarak, hem sizden hem de dinden uzaklaşmalarında hiç mi payınız yok? Böylece sizden uzaklaşanların gerekçeleri acaba, onların sahtekar kimseler oluyor olmaları mı?
Yoksa sizi sahtekar, kendilerini daha dürüst görüp sizden uzaklaşmaları mı? Başka bir deyişle; sizin halinize bakıp da sizden ve temsil ettiğiniz dinden uzaklaşanlar dürüst değiller mi? Dürüst olanlar acaba sadece sizler misiniz? Elbet soruları çoğaltmak mümkündür!
Ancak bu ve benzeri sorularla, bu soruların cevapları iyi düşünülmelidir. Ve de bunu çok iyi düşünün!
Söyleyin bakalım şimdi; kabahatin hepsi bizim Yağcı’nın mı?
Ben Yağcı kardeşimi kucaklıyor ve gözlerinden öpüyorum. Yeniden kendi konularıma dönüyorum;
Ancak, hacılık statüsünün yanlışlığını hemen şimdi yani devamı konu ile elimizden geldiğince anlatacağız. Böylece Yağcı Kardeşimin çekincelerini ortadan kaldırıp ona gerçek bir hacc yolu açmak hususunda yardımcı olmaya çalışacağız!
Ve diyeceğiz ki;Bak güzel kardeşim, ta oralara kadar gidilip de hacc görevi ifa edilmeden dönmek olmaz! Hem zaten hacc senin de üzerine farz. Sen onlar gibi olma! Sen iyi niyetli ve temiz bir insansın. İyi örnek ol! Bu iyi örnekliği sen başaracak konum ve yapıdasın. Alışılmışın dışında bir örneklik sergile ki iş olsun, bitsin! Aslında senin asıl misyonun budur. Bu misyon senindir. Ve bu fırsat ile birlikte gelip senin önüne dayanmış durumdadır. Bu iş boşuna değildir. Haydi bakalım Aziz Kardeşim, önüne düşen bu fırsat sana ve hepimize hayırlar getirsin inşallah!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder